Adalet Cinayetlerin Şifresi - Mustafa Kaygısız, Hanifi Sever Adalet Yayınevi

0.0 P - 0 Yorum
(Yorum yap, İndeks Puan kazan)
17,00 TL
5,67 TL'den başlayan taksitlerle!
ISBN | Barkod
9786054378241
Yazar | Editör
Mustafa Kaygısız, Hanifi Sever
Sayfa Sayısı
320
Ebat (cm)
13x19
Toplam Satılan
3
Adalet Cinayetlerin Şifresi - Mustafa Kaygısız, Hanifi Sever Adalet Yayınevi
 
Teknolojik gelişmelerin giderek hızlandığı çağımızda suç ve suçlulukla mücadele yöntemlerinin de değişmesi zorunluluk arz etmektedir. Artık günümüzde suça karşı verilen savaşta klasik tedbirler ve yönetimin yerine modern ekipman, kalifiye personel ve bilimsel yönetim esasları benimsenmelidir. Bunun yanında -etkinlerin yetkin değil, yetkinlerin etkin- görevlerde istihdamı nihayetinde toplumsal kalkınmayı doğurur. Bu başarıldığı ölçüde kamu vicdanının yeniden tesisi yönünde adımlar atılabilir.
Kriminalistik biliminin gelişmesi sayesinde suçlular biometrik özellikleri sayesinde yakalanmaktadırlar.
Kriminalistik biliminden önce suçla mücadele edebilmek maksadıyla çeşitli yollara başvurulmuştur.
Lombrosso nun antropometrik ölçümlere göre suçlu tasnifleri ve İbrahim Hakkı Efendi nin marifetname sinde yer alan bilgiler, insanların dış görünüşlerine göre sınıflandırmıştır. Ancak Lombrosso nun dediğinin aksine, uzun parmaklı insanın hırsız olduğu, eliyle rahatlıkla cüzdanları çalabileceği görüşü zamanla geçerliliğini yitirmiş ve geçmişte yapılan hatalardan dersler alınmıştır. Şüphesiz ki dönemin bilim ve teknolojisine göre yapılan bu araştırmalar doğruydu ve bir kişiyi mahkum etmeye yeterdi. Ancak zaman içerisinde geçmişte hatalar yapıldığı anlaşılarak insana verilen değer artmıştır.
Devletlerin oluşumu aslında insanlık için faydalı olmuştur. Her ne kadar bazı düşünürler, özellikle anarşistlerin başını çeken Thomas Hobbes, devleti Leviathan, yani şeytan olarak nitelendirmiş olsa da bugün dünya üzerinde devletin ne kadar da önemli ve gerekli olduğu daha iyi anlaşılmaktadır.
İlk dönemlerde insanlar aralarından güçlü ve kuvvetli olan birilerini para karşılığında tutarak toplumda adalet ve güvenliği sağlamalarını istemiştir. Yani Maslow un ihtiyaçlar teoremine göre de insanın güvenlik ihtiyacını talep etmesi çok doğaldır.
Toplulukların aralarından çıkardıkları güçlü kuvvetli insanlar zamanla daha da güçlenip zenginleşti ve sonuçta ortaçağ devletleri, yani feodaliteler doğdu. Köleliğin hak olarak görüldüğü, insan hak ve özgürlüklerinin adının bile geçmediği, mahkeme kurulmaksızın insanların mahkum edildiği, hesap sorma sisteminin üst tabaka için çalışmadığı, eşitlik yerine tabakalaşmanın yaşandığı, seçilmişlerin değil dini cemaatlerin -kilise- yönetime hakim olduğu bir dönem başlamıştı.
Magna Carta ile halk devletle anlaşma yapma yoluna gitmiş ve kral haklarının bir kısmından feragat etmiştir.
Modern devletlerin oluşumu ile birlikte adalet mekanizmaları yeniden yapılandırılmıştır. Özellikle insan hakları evrensel beyannamesi nin ilanından sonra insanların birey oldukları kabul edildi ve bazı şeyleri devletten isteme hakları olduğunu gösterdi. Öncekinin aksine modern devletlerde, devlet halk için vardır.
Bir kişinin haksızlığa uğradığında bir yerlere danışabilmesi, şikayet edebilmesi adalet ve vicdan duygusuyla beraber şahsiyetin tamamlanmasını geliştirdi. Güçler ayrılığı ilkesinin de Anayasalarda kabul görmesi bağımsız yargıyı ve buna bağlı bağımsız hakim-savcıları doğurdu.
İnsanların masumluğunun esas, suçluluğunun ise istisna sayıldığı çağımızda adaletin sağlanması ve toplum vicdanının oluşturulabilmesi için hukukun üstünlüğü benimsenmiştir. Toplumsal uzlaşı yerine, toplumsal şiddeti seçen bireylerin elbette ki halk adına cezalandırılmaları gerekir. Aksi takdirde birbirinin hakkına tecavüz eden kimseler toplumda hayatı çekilmez bir hale getirebilirler. Modern hukuk kavramları yerine, orman kanunlarının uygulandığı, güçlünün haklı ve varlıklı/nüfuzlu olduğu bir hayata dönüş olur. İşte bu nedenle toplumda adaletin etkin sağlanmasında değişik arayışlar ön plana çıkmıştır. Adalet öyle bir sağlanmalıdır ki, hem herkes hak ettiğini bulacak, hem de bu yargılama ya da ceza sırasında toplum vicdanı yaralanmayacak. İşte temeli hukuk devleti olan ülkemizin de temel ideallerinden biri budur, bundan sonra da bu olmalıdır.
Daha sağlıklı ve etkin bir yargılama için insan haklarının yanında gelişen kriminalistik biliminin diğer çeşitli disiplinlerle beraber hareket etmesi, adli bilimler in doğması, hukukun aklımıza gelen her şeyi delil olarak kabul etmesi disiplinler arası çalışmalara hız vermiştir. Bu bağlamda her hangi bir disiplinin başına adli kavramı getirilerek, o disiplinden suç olgularının aydınlatılmasında yararlanılmak istenmiştir. Tabi bu aydınlatma esnasında da uygulanan tekniklerin ve ele geçen delillerin bilimselliği, güvenilirliği tartışma konusu olmuştur.
Bugün adli bilimler adı altında geniş bir spektrum yaratan bilim dalı çağımızda suçluların korkulu rüyası haline gelmiştir. Parmak izi, DNA, kimyasal incelemeler gibi tekniklerle başlayıp bugün, böcekler, polenler, güvenlik kameraları, beyin izleri, diş izleri ve kulak izi gibi delillerle güçlenen literatür her geçen gün yeri çalışma alanları bulmaktadır.
Türk Polis Teşkilatı her dönemde onca olumsuzluklara rağmen suç ve suçlu ile mücadele ederek başarılı olmuştur ancak bu başarıları hemen unutulmuştur.
Hem akademik, hem de sosyal konuşmalarda, örnek vermelerde, yazılan kitaplarda ve makalelerde yabancı polislerin örnekleri verilmektedir. Oysa suç ve suçlu ile ilgili tarihi kayıtlar -kadı kayıt defterleri, subaşı kayıtları- incelendiğinde görülüyor ki; suç ve suçlulukla mücadele bizim tarihimizde delilleriyle ortadadır -bakınız Kastamonu Jurnal Defteri, Konya Kadı Defteri Kayıtları vb-. Bu kaynaklarda, bugün yapılan keşif, yer gösterme, eşkal tanımlama v. b. suç ve suçlu belirleme ile ilgili tanımlamalar mevcuttur.
Bugüne kadar yapılan olay analizleri ve değerlendirilmelerinin uluslararası ve deniz aşırı ülkelerden elde edilen veriler yardımıyla yapılmış olması ve yazılan kitapların dahi sürekli olarak yurt dışı örnekleri ile doldurulması toplumumuzun suç anlamında kapalı bir kutu olmasına neden olmuştur. Amerikan, Alman, Rus seri katilleri ham ve yarım ağızla kaleme alınırken, yerel suçlularımız sosyolojik olarak değerlendirilmekten uzak tutulmuştur. Nitekim güncel olarak, Filistin e gitmek isteyen barış elçisi İtalyan Pippa Bacca nın suç oranları ülkemize göre çok daha yüksek olan onca Avrupa ülkesini otostopla geçmesine rağmen ülkemizde tecavüz edilerek öldürülmesi olayı analiz edilmesi gereken bir husustur. -Neden?-
Danıştay da suikaste uğrayan hakimlerin, bugün öldürülen onlarca insanın, en utanç verici ve akıllardan çıkmayacak olan Pippa Bacca nın tecavüz edilerek öldürülmesi, Türkiye nin en zengin ailelerinden birinin oğlu olan Cem Garipoğlu nun sevgilisi Münevver Karabulut un başının gövdesinden ayırması, bir polis kızının Satanist ayinlerle bir arkadaşını sırf ailenin altıncı kızı diye -şeytanın rakamı 6 olarak adlediliyor- şeytana kurban etmesi, ünlü Balkaner ailesinin holdinginin basılarak gözü dönmüş bir koca tarafından CEO ların ateşe tutulması, Özdemir Sabancı nın suikaste kurban gitmesi, Mardin in Bilge Köyünde onlarca insanın hunharca katledilmesi, bu da yetmezmiş gibi Ankara da hortlayan ve et yiyen seri katil -hannibal- olaylarının failleri sadece yakalananlar mı yoksa yüzü dışa dönük entelektüel -?- araştırmacı kesim midir?
Söylemlerinde bir yandan -her toplumun sosyolojik yapısı farklıdır, bu yüzden suç tipleri de farklıdır- diyen bu entelektüeller -?-, diğer yandan sadece FBI ın tercüme kaynaklarına dayanarak -seri katil olmak için en az 3 benzer cinayet işlemek gerekir- derken acaba ne kadar bilimseldiler? Peki bunu söylerken, Ankara da öldürdüğü insanların etlerini yiyen ancak ikinci cinayetinin ardından yakalanan kişiyi basit bir cinayet faili olarak mı değerlendirecekler? Ya da toplumumuzda seri katil olduğunu anlamak için illaki bir insanın üç kişiyi katletmesini mi bekleyeceğiz? Ama maalesef bugün Türkiye deki suç araştırmaları hakkındaki kitaplar incelendiğinde toplumumuzdaki suç vakalarını anlatan ve yorumlayan çok az eser bulunmaktadır.
Bugün artış gösteren şiddet eğilimi neticesinde içe dönük çalışmalar artmaktadır. Her toplumun kültürünün farklı olması gibi suçları da bu boyutta farklılık göstermektedir. Ama maalesef gerçekten bilimsel bir çerçeve sunan sınırlı sayıdaki çalışmalar, entelektüeller -?- tarafından hazırlanmadığı için dikkat çekmemektedir. Zaten dikkat çeken çalışmalar da zaten reklam boyutuyla medyada sunulmaktadır.
Ülkemizde yapılan ya da yapılacak olan tüm işlerin mihenk taşı Avrupa ve ABD devletleri olmaktadır. Bu mihenk taşına oturtma, zaman zaman insafsızca ve cahilce olmaktadır. Avrupa Hukuk ve Polis sisteminin detaylarına kadar vakıf olanlar, Türk Hukuk ve Polis sistemlerinden habersiz olmaktadır. O ülkelerde yapılan polisiye işlemleri anlatırken darısı Türkiye ye denmektedir. Bazıları ülkemizde yapılan polisiye işlemlerden haberdar olmamakta; internetten, medyadan, mail gruplarından ya da yurt dışındaki tanıdıklarından kendisine sunulan kulaktan dolma bilgilerle Alman polisinin aydınlattığı cinayet olayını ballandıra ballandıra anlatmakta, 11 Eylül saldırılarının -ABD- çözümünü anlata anlata bitirememekte ama İstanbul paralel seri bombalama olayındaki Türk Polisi nin başarısından habersiz kalmaktadır.
Polislik tarihi ve uygulamaları, Avrupa ile sınırlandırılmaktadır. Ülkemizdeki polislik ve iç güvenlik tarihi Selçuklu ve Osmanlı kayıtlarına dayanmaktadır. Yani henüz ABD kıtası keşfedilmemişken, bizim ülkemizde suç kayıtları ve istatistiki profili -Şeriyye Sicilleri- -Osmanlı Kadı Kayıt Defter- bulunmaktaydı. Her ne kadar bilimselliği tartışılsa da antropometrik özelliklerden suçluların tanımlanabileceğini İbrahim Hakkı ve Fahreddin Razi Efendiler eserlerinde yazdıklarında bu fikrin babası olarak nitelendirilecek olan Lombrosso doğmamıştı bile. Ama maalesef ülkemizdeki sosyoloji kitaplarında bu bilgiler yer bulamamıştır. Oysaki bizler, 2007 yılında bu kitabın ilk baskısında bu duruma dikkat çekmiştik ve bugün bir kere daha dikkat çekiyoruz.
Tarihin ve ülke gerçeklerinin farkına varmadan eğitimlerde ABD, İsrail modeli adlarıyla teknikleri anlatılmakta ve anlatmaktayız. Örneğin tabanca ile taktik atışlar eğitiminde okçuluktaki duruşlara göre pozisyon alınmaktadır. İran şahının hediye olarak yolladığı kalın ve domuz derisi hedefi bir ok ile delen IV. Murat ın da kendilerinden önce gelenler gibi usta bir okçu olduğunu bütün tarih kitaplarında bulabilirsiniz. Bir İsrail ya da ABD den daha eski bir kültür mirasına sahip olduğumuzu düşününce, derslerde -İsrail modeli- adında bir atış kültürü sadece ham olarak empoze edilmektedir. Bunu araştırma yapmaksızın topluma sunan entelektüeller -?- acaba -Okçuluk ve Atış- isimli kitabı hayatlarında gördüler mi? Ve içindeki bilgilerin bugün -İsrail ya da ABD Modeli- adıyla derslerde sunulan bilgilerle birebir aynı olduğunun farkına vardılar mı?
Tarihimizin farkına varmadığımız gibi günümüz polisiye olaylarımızın da farkında değiliz. Polisimizin başarılarını değil sadece olumsuz yönlerini yansıtan çeşitli bilgileri algılamaktayız. Gelişme ve ilerleme ancak eleştiri ve paylaşım ile olabilir ancak bu eleştiriler yapıcı değil de yıkıcı mahiyete tezahür ederse o zaman kurumlarda bir motivasyonsuzluk ve başarısızlık oluşturur.
Suçların ve suçluların aydınlatılmasında maddi bulgu ve belgelerden sanığa gidilerek belirlenmesi adalet sistemimizin prensiplerindendir. Polis teşkilatı bu konularda başarılı olmaktadır. Dünya ülkelerine -özellikle Avrupa- göre faili meçhul olay sayısının az olması bunun kanıtıdır.
Bahriye Üçok, Ahmet Taner Kışlalı Cinayetleri, Hizbullah Terör Örgütü Olayları, İstanbul Paralel Patlamaları, Hrant Dink Suikasti, Danıştay Saldırıları, Malatya Zirve Yayınevi katliamları, Pippa Bacca nın öldürülmesi uluslararası alanda ses getiren olaylardır ve polisin başarılı çalışmaları sonucu aydınlatılmıştır. Yine suç analizi yöntemiyle seri cinayetler ve olay yeri bulguları kullanılarak da -eksoz izi, çamur izi, koku algılaması gibi- spesifik olaylar aydınlatılmıştır.
Ülke nüfusumuzun hızla artmasıyla birlikte, suç ve suçlu sayılarının oranlarında da büyük artışlar görülmektedir ve varolan suç türlerinin yanına yenileri de eklenmektedir. Bu da beraberinde polisin, suçla mücadelede daha etkin çalışmasını, teknolojiden yararlanarak bilimsel yöntemleri kullanmasını ve takip etmesini zorunlu kılmaktadır.
Demokratik devlet yapısı altında teşkilatlanan polisimizin, kamu güvenliğini sağlaması ve suçluları yakalayarak adalete teslim etmesi ancak mevcut delilerden yola çıkıp sanığa ulaşmasıyla mümkündür. Bu sayede insan haklarına saygılı bir teşkilat olduğumuzu kanıtlamış olur ve öne sürülen işkence iddialarını çürütmüş oluruz.
İşlenen suçlar neticesinde olay yerinde bırakılan delilleri, günümüz bilimsel ve teknik yöntemlerin kullanılması yardımıyla inceleyip sonuçlarını değerlendirerek yürütülen adli, idari ve siyasi soruşturmalara yön verme, suç ve suçlunun kesin olarak belirlenip ispatlanması suretiyle yargı organları karşısına çıkarılmasını, adaletin doğru ve süratli biçimde işlemesini sağlamak kuşkusuz demokratik hukuk devletlerinin en önemli görevlerinden biridir. Bu görevin yerine getirilmesinde en önemli rol şüphesiz toplum düzeninin teminatı olan Polis, Jandarma ve Sahil Güvenlik e düşmektedir.
Emniyet ve asayiş hizmetlerinin kendine has özellikleri yönünden polisin başlıca iki görevi vardır. Birincisi suç işlenmesini önlemeye yönelik idari görevi -yani önleyici hizmeti-, ikincisi ise önleyici zabıta tedbirleri ile engel olunamaması sonucu bir suçun işlenmesi durumunda kanunlarda polise tevdi olunan suç/suç sanıkları ve bunlara ait delillerin saptanması, suç sanıklarının yakalanması ve adli mercilere teslimi aşamalarında yaptığı çalışmaları kapsayan adli görevidir.
İşlenen suçların çözümü, şüphesiz olay sonrası suçluların bırakmış olduğu delillerin iyi bir şekilde değerlendirilmesi -soruşturma-sorgulama- sayesinde mümkündür. Delillerin korunması, tespiti, toplanması ve incelenmek üzere laboratuara gönderilmesi aşamaları kolluğun bilinçli ve profesyonel olarak çalışmasını gerektirmektedir. Nelerin delil olabileceğinin ve nasıl değerlendirileceğinin bilinmesi, suç ve suçlunun tespitinde atılacak ilk adımlardan biridir. Olayı araştıran/soruşturan polis birimleri, bu delilleri kullandığında suçluya ulaşmada, masum insanları korumada daha faydalı olacaktır.
Kriminal inceleme -kriminalistik-, genel bir tanımlama ile tekniğin pozitif bilgilerinden yararlanarak suç delillerinin incelenmesi ve değerlendirilmesidir. Kriminal teknik; karşısına çıkan çeşitli adli olayları fizik, kimya, biyoloji, adli tıp, eczacılık vb. pozitif bilimlere dayanarak teknik açıdan yorumlar. Bu bağlamda, kriminal teknik işlemler, özellikle suç delillerinin ivedilikle incelenerek suçların ve suçluların tespiti ve olayların aydınlatılmasında yargıya büyük hizmetlerde bulunmaktadır.
Polisin kriminal çalışması, suçun işlenmesiyle birlikte olay yerinin korunması ile başlar ve buradan toplanan delillerin incelenmek üzere standartlara uygun olarak ilgili yerlere gönderilip, bilimsel sonuçların uzmanlar, soruşturmacılar ve mahkeme tarafından değerlendirilmesine kadar sürer .
Ülkemizde, iç güvenlik ve adli sistemin belirgin ve en önemli bölümünden polis sorumludur. Polisin, bu önemli iki konuda etkinliği şüphesiz birçok kesim tarafından fark edilmektedir. Bu farklılıklar zaman zaman olumsuz yönleri ile vatandaş ve devletin diğer kurumları tarafından eleştirilmektedir.
Bu eleştiriler, tarafın sanık, mağdur olmasına ve insan haklarının savunucusuna göre değişmektedir. Özellikle, Avrupa ülkeleri ile karşılaştırılıyor ve haklı ya da haksız ama insafsızca eleştiriler yapılıyor.
Özellikle günümüzde polisin başarılı çalışmaları sonucu eskiye dönük faili meçhul olayların aydınlatılması gerçekleşmiştir ve buna bağlı olarak günümüzde işlenen suçlar da kısa zamanda aydınlatılmaktadır.
İstanbul Paralel ve Seri Bombalama olaylarının -2004- aydınlatılması dünya polisine örnek olabilecek bir nitelik taşımaktadır ama ipuçları net olarak ortaya konamayan ABD 11 Eylül saldırıları, bizim için örnek olay olmaya devam etmektedir. Terör, delillendirme, faillerin yakalanması v. s. konuşan hemen hemen herkes söylemlerinde bir 11 Eylül dür tutturmuş. Oysaki İstanbul patlamalarını anlatan kimse çıkmıyor. Çünkü anlatabilecek kadar bilgi sahibi değiller. İstanbul patlamalarının failleri üç gün içinde polis ve istihbarat birimleri tarafından yakalandığı için bu entelektüeller -?- sadece sustular.
Çok önemli bir bilgi olarak ifade etmek gerekir ki; İstanbul patlamalarını aydınlatan polislerimiz ABD ye giderek orada başta FBI olmak üzere diğer kurumlara -terörle mücadele ve intihar bombalama olaylarının aydınlatılması- hakkında kurslar vermiştir. Ancak bundan da haberi olmayanlar, maalesef o eğitimi alanların ağızlarından dökülenleri Batı menşeili olarak bizlere yeniden sundular.
Adli konularda, ilgili örneklemeleri, Amerika, İngiltere vb. ülke polislerinden verilmesi, bizim ülke ve polis olarak yokluğumuz anlamına gelmektedir. Türk hukuk sistemi tarihte var olduğu gibi bugün de vardır. Ülke olarak müstemleke olmamıştır, kültür olarak da olmamalıdır. Bu amaçla tarihten gelen ve bugün de devam eden hukuk-adalet anlayışımız ve başarılar ilgililere sunulmalıdır. Bugün de Cumhuriyet in temel ilkeleri ışığında adalet ve güvenlik hizmetlerini sürdürmektedir.
Bu kitapla beraber adli vakaların aydınlatılmasının aslında görüldüğü kadar kolay olmadığını, uzmanların ve polislerin uzun ve yorucu çalışmalarının ürünü olduğunu vurgulamak istenmektedir.
Ürün hakkında henüz soru sorulmamış.
Ürün Değerlendirme ve Yorumları
Adalet Cinayetlerin Şifresi - Mustafa Kaygısız, Hanifi Sever Adalet Yayınevi Adalet Cinayetlerin Şifresi - Mustafa Kaygısız, Hanifi Sever Adalet Yayınevi 17,00 TL taksit avantajı, ücretsiz kargo ve kapıda ödeme ile sitemizden satın alabilirsiniz. CMSWZ258
Adalet Cinayetlerin Şifresi - Mustafa Kaygısız, Hanifi Sever Adalet Yayınevi

Bu ürünü tavsiye edin

*
*
*
IdeaSoft® | Akıllı E-Ticaret paketleri ile hazırlanmıştır.